4 Mart 2014 Salı

Neden Daha Fazlasını İsteriz?

  
Hepimiz bu dünyaya gelirken tamamen çıplaktık. Sahip olduğumuz hiçbir şey yoktu. Duygularımız, düşüncelerimiz, ideallerimiz, paramız... Hiçbir şey. Sadece ve sadece anne-babamızın koşulsuz ve sonsuz sevgisi vardı. Bu dünyaya sevgi içinde geldik, çırıpçıplak bedenimizi çepeçevre sarmalayan sonsuz bir sevgi... Bu nedenledir ki yaşamlarımızın ilk bir kaç yılında bütün doğaya karşı koşulsuz bir sevgi beslerdik. Bize zarar verecek onlarca şey de dahil. Gerçi bir çoğu için merakımıza yenik düştük ama... Neyse karıştırmayalım oraları.

     Bir çoğumuzun yetiştiriliş tarzına bağlı olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, bütün hayatı uzun bir maraton koşusu olarak görüyoruz. Herşey de iyisi, daha iyisi, en iyisi olmak için sonsuz bir mücadele içerisindeyiz. Hep daha iyisini hakettiğimizi düşünürken bir başkasının hayallerini ve ideallerini, amaçlarını, ihtiyaçlarını, en önemlisi duygularını hiçe sayıyoruz. Bir şeyde en uçta, en yüksekte olsak bile oraya ulaşana kadar başkalarına zarar verdiysek, orada olmamızın ne önemi vardır ki? İnsani değerlerimizi hiçe sayarak var olduğumuz konumdan ne medet umabiliriz?

     Neden daima daha fazlasını, daha iyisini isteriz?

     İnsan karadelik gibidir. Ne verdiğinin, ne kadar verdiğinin hiçbir önemi yoktur. Hep daha fazlasını ister insan. --Gerçi Stephen Hawking'in karadelikler hakkındaki son teorisine göre incelersek biraz saçma benzetme oldu bu ama olsun.-- Hep daha iyisini ister çünkü daha iyisi her zaman vardır. En basitinden cep telefonlarını ele alırsak; bir telefona sahipken daha iyisi var olduğu için ona sahip olmak için uğraşırız. Ona sahip oluktan sonra ondan daha iyisi piyasaya çıkar ve bu sefer de onun için uğraşırız ve bu süreklilik arz ederek devamlı kendini tekrar eder.

     Bütün doğayı sevgiyle ve merakla kucaklarken okul diye adlandırılan yeni bir hayata başlarız. İlk bir kaç yıl sıkcı. Sonra büyük bir rekabet başlar. Derslerde başarılıyızdır ancak daima bizden daha başarılı olanlar vardır ve biz onların seviyesine çıkmak, yapabilirsek onları geçmek için büyük bir mücadele içerisine gireriz. Lise seviyesine yaklaşırken diğerlerinden daha iyi bir liseye gidebilmek için uğraşırız. Üniversiteye giderken de aynı durum geçerli. Bütün bunlar tatlı ve olması gereken rekabetlerdir.

     Bütün eğitim hayatımız bitince iş hayatına atılırız. İşin rengi burada biraz değişiyor işte. Toz pembe olan hayat yavaş yavaş gri tonlarla yer değiştiriyor ve bir süre sonra tamamen siyah-beyaz oluyor. İşimizde daha iyi olabilmek için, daha yüksek konuma kavuşabilmek için, daha fazla para kazanabilmek için verdiğimiz mücadelede farkında olmadan insani değerlerimizi tamamen kaybedebiliyoruz. Gözlerimizin önünde duran ve daima görmezden geldiğimiz en büyük gerçek şudur; makam ve mevkii peşinde koşarak ulaşabileceğimiz tek yer, yalnızlıktır. Bir mevkiiye gelebilmek için o kadar çok hırs yapmışızdır ki, yanımızdakilere, sevdiklerimize daima zarar vermişizdir. "Her şeyin ta tepesine çıkmak iyi şeydir; ama tepeler ıssızdır, soğuktur, ebedi karlarla kaplıdır." --Andre Maurois-- Eğer ki hakettiğimizi düşündüğümüz mevkii için bir başkasına fiziksel ya da duygusal zararlar verebiliyorsak şayet, belki de var olduğumuz noktayı bile haketmiyoruzdur biz.

    

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Blogger Witget